YAVUZ BÜLENT BAKİLER’İN KALEMİNDEN MUHSİN YAZICIOĞLU

  

Hemşehrimiz Yavuz Bülent Bakiler’in kaleminden Hemşehrimiz Merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili iki makale

Yavuz Bülent Bakiler Hocamızın Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili Türkiye Gazetesi’nde yayınlanan iki makalesi

Muhsin Yazıcıoğlu  veya Er Kişi Niyetine

Bir gün, Muhsin Yazıcıoğlu arkasından iplik iplik gözyaşı dökeceğim hiç aklıma gelmedi. Çünkü ben ondan yirmi yaş daha büyüktüm. Ama Rabbimiz, onu, benden önce sonsuzluk âlemine aldı.
Aynı şehrin çocuklarıydık. Aynı türkülerle büyüdük. Mayamız aynı hamurdandı. Ve daha önemlisi, aynı fikrin mensupları, aynı sevdanın mahkûmlarıydık.
Onu, delikanlı çağlarından itibaren tanıdım. Orta halli bir ailenin çocuğuydu. Ama çok zengin bir şahsiyete sahipti. Kim söylemişse çok doğru söylemiş, aklımda hep o doğru tespit var: “Namuslu bir adam, Allah’ın en soylu eserlerinden biridir!” denilmiş. O gerçekten de, Allah’ın soylu eserlerinden biriydi. “Emrolunduğu gibi dosdoğru olmaya çalışanlar” ordusundandı. Peygamber ahlâkıyla yaşayanlardandı. Vatanımızı, milletimizi, dilimizi, bayrağımızı, ordumuzu ve bütün mukaddeslerimizi sevmek, onun en büyük özelliklerindendi. Ama şu hazin tecelliye bakınız: Vatanımızın bütünlüğü, milletimizin birliği, dilimizin, dinimizin selâmeti için, 12 Eylül 1980 darbesiyle iktidara el koyanlar, onu da zindanlara atmışlardı. Her zaman her yerde söyledim işte burada da yazıyorum: Eğer insan vücudundaki sıcaklığı ölçen termometreler gibi, yüreğimizdeki sevgiyi, aşkı, samimiyeti, vatanseverliği, orduya, millete, bayrağa bağlılığı tesbit eden cihazlar da yapılabilmiş olsa idi, Muhsin Yazıcıoğlu’nun bütün bu konularda, Kenan Evren’den ve darbeci arkadaşlarından kıl kadar geride olmadığı kör gözleri bile açabilir en vicdansız insanları bile merhamete getirebilirdi. Ama 12 Eylül darbesini yapanlar, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdular, Muhsin Yazıcıoğlu’na ve arkadaşlarına da vatanı zindan ettiler. Onu 7.5 yıl cezaevlerinde çürütmeye çalıştılar. Bu sürenin 5.5 yılında, bir firavun öfkesiyle ona hücre cezası da çektirdiler. Yapılan bütün mahkemelerden Muhsin Yazıcıoğlu’nun beraat etmesinden utanmadılar, arlanmadılar, uslanmadılar.
Dün, Muhsin Yazıcıoğlu’nu 7.5 yıl, haksız yere cezaevlerinde tutanlar, bugün devletimizin, bir dağ başında, kara, tipiye, soğuğa rağmen, onu şu kadar helikopter, şu kadar asker, şu kadar halkla aramaya kalkmasını anlayacak zekaya, ahlâka, idrake sahip değillerdir.
Sivas’ın 30 yıllık siyasi havasını çok iyi biliyorum. Sivas siyasetinin içinde birlikte bulunduk. Tereddüt etmeden diyebilirim ki Sivas’ın seçip Meclise gönderdiği milletvekilleri arasında onun ayrı bir yeri vardı.
Doğruluktan ayrılmayan, hak bildiği yolda tek başına bile kalsa yürümekten vaz geçmeyen bir yiğit kişiydi.
Meclise Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili olarak girdi. Bir gün partisinden istifa etti. TBMM’ye gittim ve neden ayrıldığını kendisine sordum. Meclisteki odasında baş başa oturup konuştuk. Sonra gördüm ki istifasında, onun bir zerre olsun yanlışı yoktur. Yapılması gerekeni yapmıştır. Sonra ondan dinlediklerimi eski bakanlarımızdan Necmettin Cevheri de bir vesileyle bana anlatmıştı. Türkeş yanlış yapmıştı.
Bundan 4-5 yıl önce, İstanbul’da, bir iftar sofrasında yan yana oturuyorduk. Kendisine dedim ki: “MHP ile ayrı durmanızdan üzüntü duyanlardanım. Birleşmenizde büyük fayda var. Bu konuda birkaç yazı yazmak istiyorum!” Sakın, yazmayın dedi ve ilave etti: “Çünkü Devlet Bahçeli birleşmemizi istemiyor. Faydası olmaz!” Çok şaşırdım. Ne diyeyim? Ne diyeyim? Siyaset dünyamızdan bir er kişimiz daha ayrıldı.

Muhsin Başkan’ın Cenazesinde Teselli Bulmak

Muhsin Yazıcıoğlu için cenaze merasimi Ankara’da yapıldı. İstanbul’dan Ankara’ya gidemedim. Merasim İstanbul’da yapılsaydı da o kalabalıklara katılamazdım. Yüreğim büyük acılara artık dayanamıyor.
Ankara’ya gidemedim ama, hem TBMM bahçesinde yapılan merasimi, hem de Kocatepe Camii avlusunda kılınan cenaze namazını TV yayınlarında seyrettim. Gazeteleri dikkatle okudum. Öğrendim ki, TBMM bahçesinde yapılan merasimde, kalabalık bir grup, ilk defa Muhsin Yazıcıoğlu’nun aziz nâaşını tekbirlerle omuzlamış. Bana göre, bu çok, ama çok önemli bir hâdise.
1980 yılında, şair Ahmet Muhib Dranas, vefatından bir kaç ay önce, Yenişehir’de, bir ayak üstü sohbetimizde bana dert yanmıştı. Demişti ki: “Bir Fransız yazarının bizim hakkımızdaki hükmü şöyle:
* Türkler, İsviçre Medeni Kanununa göre doğarlar, büyürler, nişanlanır evlenirler, ayrılırlar, miras sahibi olurlar.
* Türkler, bir suç işledikleri zaman İtalyan Ceza Hukukuna göre hüküm giyerler veya beraat ederler.
* Ticarete atıldıklarında, Fransız Ticaret Hukukundan faydalanırlar.
* Öldükleri zaman da İslâm Hukukuna göre defnedilirler.”
Dranas demişti ki: “Bu tespit kanıma dokundu! Artık bizim cenaze merasimlerimize bile Batı gelenekleri bulaşmaya başladı. Bazı ünlülerimizin cenazelerini, Şopen’in ölüm marşıyla kaldırıyoruz. Batılılar gibi, cenaze başında nutuk söylüyoruz. Batılılar gibi saygı duruşunda bulunuyoruz. Siyahlara bürünüyoruz. Bir tek istavroz çıkarmamız noksan kaldı. Yakışır mı bunlar bize?“
Yakışmıyor elbette diye cevap vermiştim. Şimdi bir de ölülerimiz için saygı duruşuna geçerken, Batı dünyasından bize, borazan öttürme adeti bulaştı. Bin kere, milyon kere ayıptır. Bütün bunlar, bir aşağılık duygusunun saçmalıklarıdır. Batılıların geleneklerine hiçbir şey demiyorum. Adamları saygıyla karşılıyorum. Ama o geleneklerden bize ne? Hani Atatürk; “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür!“ demişti? Bizim kültürümüzde var mı ölülerimizin ruhları önünde put gibi durmak, borazan üflemek?
Bir delinin kuyuya attığı bir taşı, kırk akıllı çıkaramıyor. Şimdi bir takım kimseler, benim bu yazdıklarımı okuyunca “laiklik, ilericilik, devrimcilik, çağdaşlık…” tamtamları çalacaklar. Laikliği, ilericiliği, çağdaşlığı borazan öttürmede, Şopen’in ölüm marşını çalmada arayanlara söyleyecek sözümüz yoktur. Çünkü anlayamazlar. Onlar, çağımızın bin yıl gerisinde kalan ham kafalardır.
Biz, ölülerimizi fatihalarla anan, tekbirlerle, tehlillerle omuzlayan bir milletiz. Muhsin Yazıcıoğlu’nun tabutu da, TBMM bahçesinde ilk defa tekbirlerle, tehlillerle kaldırılmış. Ne güzel! Ne güzel! Ne güzel! Biliyorum ki, bundan sonraki cenaze merasimlerinde bundan ders alınmayacaktır. Yine Batı gelenekleri üzerimize çöküp duracaktır. Ama biz de TBMM bahçesinde, bir kerecik bile olsa, bizim bir şehidimizin, bizim geleneklerimize göre kaldırılmasını hatırlayıp teselli bulacağız.
Nur içinde yatasın Muhsin Başkan!

http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?ID=404529

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

buy cialis viagra cialis online buy cialis